Sartre'a göre insan sürekli kaygı içindedir zira tamamıyla anlamsız bir dünyaya, neredeyse istediği her anlamı verebilecek sınırsız bir seçme özgürlüğüne sahiptir fakat seçimlerinin hiçbir anlamı yoktur. Neredeyse Antik Yunan'dan yirminci yüzyılın ortalarına değin, dünyada Yunan mitolojisinin pek önemli bir yeri vardı. Tanrıların dünyasında geçen bu efsaneler yalnızca dinlemesi hoş öyküler değil; insanlığın gizli tuttuğu duygularının, isteklerinin ve en önemlisi kişinin rasyonel anlatıyla dile getiremeyeceği durumların dışa vurulduğu toplumlar üstü bir referans metinler yumağıdır. Aydınlanma her şeyi akla indirgemeye çalışmış olsa da, akıl çoğu şeyi açıklayamamaktadır. Bir insanın günlük davranışları ve eylemlerini Hegelci bir rasyonellik yerine varoluşçu bir irrasyonellik daha iyi betimlemektedir. 20. yüzyılla birlikte sinemanın, televizyonun, romanın, tiyatronun ve diğer kitle iletişim araçlarının inanılamayacak bir hızla gelişmesi sayesinde, pek çok yeni öykü ve pek çok yeni öykü anlatma biçimi ortaya çıktı. Bu süreçte mitolojinin büyük tekeli kırılmış ve insanların ortak bellek ve duygularına gönderme yapan mitolojik metinler çağdaş metinlerle yer değiştirmiştir. 20. yüzyılın ortalarında Fransa'da tepe noktasına ulaşan Varoluşçuluğun en ünlü ve hayranlık uyandırıcı temsilcisi olan Jean Paul Sartre da 'saçma' bulduğu dünyayı anlatırken, saçmanın irrasyonel olması nedeniyle zorunlu olarak irrasyonel anlatıları kullanmıştır. Sartre'ın Varoluşçuluk felsefesi bağlamındaki başyapıtı 'Varlık ve Hiçlik', aklın kategorilerine göre değil, varlığın kategorilerine göre yazılmıştır ve kişinin dünyayı algılaması buna uygun olarak içten dışa doğru değil, dıştan içe doğrudur. Her bir felsefi önerme ve kavram, tıpkı mitolojide olduğu gibi çeşitli öykülemelerle verilmiştir: Yirminci yüzyılın bu belki de en muhteşem felsefe kitabının bazı bölümlerini bir garsonun tavırlarını, bir eşcinsel ile bir dürüstlük şampiyonunun sohbetini, ilk buluşmalarına çıkan bir kadın ve bir adamın davranışlarını betimleyerek kaleme almıştır. İşte tam da bu tavrı yüzünden Sartre yalnızca felsefe kitapları yazmadı ve felsefesini daha iyi anlatabilmek, öyküleyebilmek için roman, öykü ve tiyatro dallarında da yapıtlar verdi. Varlığı bilinçli varlıklar ile bilinçsiz varlıklar olarak ikiye ayıran; 'kendi için varlık' adını verdiği bilinçli varlıklar kategorisine yalnızca insanları ve 'kendinde varlık' adını verdiği bilinçsiz varlıklar kategorisine de insanın dışındaki tüm varlıkları yerleştiren Sartre'a göre, aslında varlığın hiçbir anlamı yoktur. Bununla birlikte 'kendi için varlık'ın anlam yaratma kapasitesi vardır. Bu durum Sartre'a göre insan açısından kaygı verici bir durumdur, zira tamamıyla anlamsız bir dünyaya, neredeyse istediği her anlamı verebilecek bir varlık olan insan (kendi için varlık) sınırsız bir seçme özgürlüğüne sahiptir ve aslında temelde seçimlerinin hiçbir anlamı yoktur. İnsanın seçimlerinin hiçbir anlamı olmamakla birlikte, Sartre felsefesinde insan anlamsız olan tüm bu seçimlerinden sonuna değin sorumludur. Yani kişi anlamsız bir dünyada, anlamı olmayan seçimler yapmak zorunda bırakılmakta ve sonra da yaptığı bu seçimlerden dolayı başına gelecek olan her şeye katlanmak durumunda kalmaktadır. Oysa Sartre'ın düşünsel evreninde, dünyada gerçek bir anlam bulunmadığı ve genel geçer kurallar ve yasalar olmadığı için, kişinin sınırsız seçme özgürlüğü hakkında aslında hiçbir rehber yoktur ve insan dünya karşısında yapayalnızdır. Ne akıl, ne de inanç ona gerçeği ya da doğruyu gösterebilir, insan bu dünyada 'fazladır' (de trop) ve Heidegger'in deyimiyle 'dünyaya fırlatılmıştır'. Sartre'ın tanrı tanımaz felsefesinde 'gökler boştur' ve bir Tanrı da olmadığı için, kişiye yol gösterebilecek hiçbir şey yoktur. Bu dünya tümden saçmadır. Sartre felsefesinde insan için yol gösterecek hiçbir şey olmadığı gibi, insanın bir öz'ü de yoktur. Sartre'a göre insanın bir öz'ü olsaydı, insanın sınırsız bir seçme özgürlüğü olamazdı, zira insan tüm seçimlerini kendi öz'üne göre seçerdi ve bu nedenle de yaptığı seçimlerden sorumlu tutulamazdı. Ünlü 'Varoluş öz'ü önceler' sözüyle Sartre insanoğlunun ele avuca gelen bir nüvesinin de olmadığını iddia ederek, kişinin kendi kendisini kurması gerektiğini savlamıştır. Dolayısıyla Sartre'ın insanı; saçma bir dünyada, tamamıyla yalnız başına kendi kendisini kurmak zorunda kalan ve dışarısını kendi istediği gibi anlamlandıran ve dahası her gün tüm bu kurmacalarını yeniden, en baştan yapmak zorunda kalan bir varlıktır. İşte tam da bu nedenle Sartre'ın felsefesi akla dayalı soyut felsefi çıkarımlarla değil, fenomenleri betimlemek yoluyla dillendirilebilir ve aktarılabilir. Bu yüzden Sartre kendi felsefesini, betimleme yapan ağır felsefi yapıtlarıyla olduğu kadar, aynı zamanda da roman, öykü ve tiyatro metinleri olarak işlemiştir. Ahmet Bozkurt'un kaleme aldığı 'Varlık Tutulması' (Ayrıntı Yayınları) Sartre'ın tiyatrosunda varlık ve hiçliği inceleyerek önemli ve özgün bir konumda duruyor. Bununla birlikte kitap çoğunlukla güç anlaşılan, Sartre'ın en temel kavramlarından bahsederken dahi, zaman zaman kendisini açmayan bir yapıt görünümü sergiliyor. Emel Binbirçiçek Akdeniz'in 'J.P.Sartre'da Yabancılaşma Fenomeni' (Karakoyun Yayınları) adlı çalışması Sartre'ı daha anlaşılır dille anlatmakla birlikte, felsefesini fazla indirgiyor ve kaynakçası biraz dar. Zeynep Direk'in Gaye Çankaya ile birlikte hazırladığı 'Jean Paul Sartre: Tarihin Sorumluluğunu Almak' (Metis Yayınları) adlı kitap Sartre'ın geç dönem düşüncesi üzerine sekiz makaleden oluşuyor ve çok iyi makaleler içeriyor. Özellikle Zeynep Direk'in 'Bir Entelektüel Olarak Jean-Paul Sartre' başlıklı makalesi önemli bir referans noktası. Yalın Alpay (2013) "'Varlık ve Hiçlik' ve 'Saçmalık' için Sartre Rehberi", Akşam Kitap, Sayı:24, s.20 |
YALIN ALPAYArchives
July 2013
Categories
All
|