Bilinçsizlik hiçbir şekilde ruhun bir kalıntısı değil, aksine ilk maddedir, bilincin aydınlanmış yüzüne çıkansa onun en ufak parçasıdır. Freud'un buluşu, hayatımızın rasyonellik küresi içinde serbestçe gelişip yayılmadığı, aksine bilinçsizliğin durmayan baskısına uğradığıdır. Modern Batı felsefesinin temelinde Descartes vardır. Descartes, kendisinden önceki filozofların da sıkça başvurdukları, her şeyden şüphe etme tavrını ortaya koymuş fakat kendisinden önce hiç kimsenin varmadığı bir sonuca varmıştır. Descartes'ın devrimi, derin bir şüphe sonunda 'hiç'e ya da Tanrı'ya değil de, 'ben' kavramına ulaşmasında yatmaktadır. Ben'e ilişkin ikinci büyük devrim ise Freud'un buluşları ve önermeleri olmuştur. Descartes'ın kartezyen felsefesinde kesin bir şekilde zihin ve beden olarak ikiye ayrılan kişinin rasyonel kısmı zihin, rasyonel olmayan kısmı ise beden olarak tasarlanmış ve bu ikili kendi içlerinde homojen iki varlık olarak resmedilmişti. Buna göre zihnin yönettiği 'ben', rasyonel bir varlık olarak ortaya çıkıyordu. Aydınlanma felsefesinin de temel argümanı olan bu rasyonel ben düşüncesi, kişinin her durumda rasyonel ve kendi çıkarlarına uygun şekilde davranacağını öngörmektedir. BİLİNÇ Mİ, BİLİNÇSİZLİK Mİ? Bununla birlikte, aydınlanma felsefesinin muhalifi olan romantik akım, kişinin her zaman rasyonel olmadığını, pek çok içtepisinin de peşinden koştuğunu, idealler seçerken bunu aklıyla değil, kalbiyle seçtiğini savunmuştur. İşte Freud bu romantik akımın, özellikle de Alman romantiklerinin ve Alman idealistlerinin sistemli bir şekilde çözümlemeden fakat sezerek, şiir, edebiyat ve felsefe imlediklerini bilimsel bir biçimde ortaya koymaya çalışmıştır. Freud'un tezi, rasyonel olanla rasyonel olmayanın zihinde bir arada bulunduğunudur. 'Ben'in rasyonel olmayan kısmı ne bedenden, ne de duygulardan gelir, bizzat zihindedir. Hatta Freud düşüncesinde zihnin büyük bölümü rasyonellikle değil, rasyonel olmayanla doludur. Ona göre tüm psişik eylemler bilinçsizliğin ürünleridir ve buradan bilinçlilik aşamasına geçenler ne farklı, ne de üstün bir türü temsil ederler. Bilinçsizlik hiçbir şekilde ruhun bir kalıntısı değil, aksine ilk maddedir, bilincin aydınlanmış yüzüne çıkansa onun en ufak parçasıdır. Freud'un buluşu, hayatımızın rasyonellik küresi içinde serbestçe gelişip yayılmadığı, aksine bilinçsizliğin durmayan baskısına uğradığıdır. Kişinin yaşamının her anı görünüşte unutulmuş bir geçmişin dalgaları altındadır. Dünyamız ve yaptıklarımız, bilinçli iradeye ve mantıklı akla ait değildir, çünkü temel kararları yanardağlar gibi bilinçsizliğin karanlıkları fışkırtır. Freud'a göre bilinçsizlik dilsiz değildir ve kendisini başka belirtilerle ve sembollerle sıkça açığa vurur. ÜÇE BÖLÜNMÜŞ BENLİK Descartes'ın Tanrı'dan bağımsızlaştırdığı ben'in içini inceleyen Freud, benliği altbenlik, benlik ve üstbenlik olmak üzere üç parçaya bölmüştür. Bu üçleme genellikle dünyada ve ülkemizde id, ego ve süperego olarak bilinmektedir. Oysa Freud'un bu üç kavram için kullandığı orijinal terimler 'das Es', 'das Ich' ve 'das Über-Ich' şeklindedir. 'Das Es', Türkçe'de üçüncü tekil şahıs anlamına gelen 'o' ile karşılanmaktadır fakat Almanca'da 'das Es' ile yalnızca cansız varlıklar ile hayvanlar 'o' şeklinde nitelendirilmektedir; yani bu kavram insanı nitelememektedir. 'Das Ich', birinci tekil şahıs anlamına gelen 'ben' sözcüğüdür. 'Das Über-Ich' ise 'üstün ben' ya da 'üstben' olarak çevrilebilir. Yaygın kullanım olan id, ego ve süperego terimleriyse Freud'un değil, onun kitaplarını İngilizce'ye çeviren James Strachey'in, Freud'un söz konusu kavramlarına bulduğu Latince karşılıklardır. Freud'a göre 'o', ile karşılanan altbenlik kavramı kişinin fiziksel enerjisinin kaynağıdır ve kişiliğin temel öğesidir. Tamamen bilinçdışıdır ve haz ilkesine göre çalışır. Yani istediklerine ve gereksinimlerine hemen ulaşmayı hedefler. Freud'un bu kavramı 'das Es' ile karşılamasının nedeni, bu kavramın kişinin hayvani kısmını oluşturmasından ileri gelmektedir. 'Ben' ise gerçeklik ilkesine göre çalışmaktadır ve dış dünyada neyin mümkün olabileceğini anlayarak, kendi sınırlarını fark ederek, isteklerini ve gereksinimlerini elde etmeyi bu sınırlılıklara göre elde etmeyi başarır. 'Üstben' ise ideal standartlara uygun davranış gösterilmesi için toplumun koyduğu bariyerlerdir. 'Ben', 'üstben' ile 'o' arasında bir denge kurarak kendisini gerçekleştirmektedir. Dolayısıyla 'ben'in harekete geçme güdüsü kartezyen felsefenin aksine bilinç değil, bilinçdışıdır. Bilinçdışı ister ve motive eder, bilinç ise onun motivasyonu ile harekete geçer ve onun isteklerini toplumun değer yargıları ve fiziksel sınırlamalar çerçevesinde meşrulaştırarak elde etmeye çabalar. RESİMLİ FREUD Bunları ortaya koyan Freud da bu üç kategoriden bağımsız değildir ve ortaya koyduğu 'ben'lik, Freud'a ilişkin pek çok biyografi çalışmasında araştırma konusu olmuştur. Dahası Freud'un bir de otobiyografi çalışması vardır. Freud'a ilişkin en önemli iki biyografi çalışması Freud'un dostları olan Ernest Jones ile Stefan Zweig'ın çalışmalarıdır. Bu iki yazar, Freud'un yaşamının son 17 ayını geçirdiği Londra'daki evinde de Freud'u pek çok kez ziyaret etmişlerdir. Bu müzedeki koleksiyondan pek çok görsel içeren ve Ruth Sheppard tarafından yazılan bir yeni Freud biyografisi 'Zihnin Kaşifi' (Explorer of the Mind) adıyla 2012 yılında İngiltere'de yayınlandı. Aynı yıl içerisinde Türkçe'ye çevrilen 'Zihnin Kaşifi', Freud üzerine 20 altbölümden oluşan ve özel arşivinden elde edilen 15 özgün belgeyi de içeriyor. Bu biyografide, inşa ettiği teorilerle bütün 20. yüzyıla damgasını vuran ve dünyanın algısını değiştiren büyük bir devrimcinin teorilerinin yanı sıra; Naziler tarafından her şeyi elinden alınmış, kanser hastası bir Yahudi'nin, hayatının son aylarında İngiltere'ye kaçmak zorunda kalan ve sonunda burada intihar ederek yaşamına son veren bir Sigmund'un öyküsünü bulacaksınız. Yalın Alpay (2012) "Bir 'ben'lik Devrimcisi: Sigmund Freud", Akşam Kitap, Sayı 22, s.20 Your comment will be posted after it is approved.
Leave a Reply. |
YALIN ALPAYArchives
July 2013
Categories
All
|