Geride bıraktığımız 2010 yılında Atatürk’ün Harbiye yıllarını anlatan bir senaryo kaleme aldım. Drama senaryosunu bir film olarak seyirciyle buluşturmak dönem kostümleri ve mekanlarının aşırı pahalılığı, oyuncu maliyetleri, kamera ve ekipman kiraları ve dağıtıma ilişkin yüksek giderler yüzünden elimizdeki bütçe ile mümkün değildi. Bu nedenle senaryoyu bir grafik roman (çizgi roman) olarak hayata geçirdim. Genç Mustafa adı ile yayınlanan kitap önemli bir satış rakamı yakaladı ve çok çeşitli tartışmalara neden oldu. Bu tartışmalar bir yerden sonra öyle bir arttı ki, Atatürk hayranı bir yazar tarafından yazılmış bu senaryo, bazı medya organlarınca Atatürk’e hakaret ettiği iddia edilen bir metne dönüştürüldü. Bu garip gelişmeyi, o dönemin ana muhalefet partisi olan CHP’li bir milletvekilinin Genç Mustafanedeniyle benim ve kitabın çizeri hakkında, Atatürk’e hakaret ettiğimiz gerekçesiyle suç duyurusunda bulunması izledi. Ortada böyle bir suç bulunmaması nedeniyle, Savcılığın bir dava açmayacağını düşünüyordum. Fakat öğrendim ki, Savcılık bu konuda davayı açtı. Davanın nasıl bir yön izleyeceğini ilerleyen günlerde göreceğiz. Bununla birlikte, senaryomda ve kitapta Atatürk’e elbette hiçbir hakaret bulunmadığı için, suç işlemediğimize dair kuvvetli bilgimiz ve farkındalığımız yüzünden bir endişe taşımıyorum. Sanat ve bilim üzerine yüzyıllardır süren klasik bir tartışma vardır. Bu tartışma “sanatın sanat için olduğu” önermesi ile “sanatın toplum için” olduğu önermesi arasındadır. Bu tartışmanın yalnızca bir tarafında durmak ve birini seçtikten sonra, diğerini top yekün yadsımak pek mümkün değil. Kişi olsa olsa ağırlıklı olarak bir seçeneği seçer ve diğerine daha az önem verir fakat onu tamamıyla yok saymaz. Benim de, – daha sonra değişebilme ihtimalini de göz önünde bulundurmama rağmen – bilim ve sanatsal üretime ilişkin tutumum daha çok bireysel bir kodlama. Bu konulardaki üretim meselesini, topluma yararlı olacak yapıtlardan çok, bireyin dünyayı kavrama biçiminin kavramdan varlığa geçişi olarak görüyorum. Kısacası sanatın kesinlikle toplumsal bir yönü olduğunu unutmadan, sanatı bireysel bir algılayış yöntemi olarak algılıyorum. Atatürk üzerine gerçekleştirdiğim senaryo ile, Atatürk’ün gençlik yılları üzerine tarihsel kaynakları kullanarak, görece az bilinen gerçekliklerden, sanatsal bir kurgu oluşturmuştum. Tarihsel olarak hem bir ulusun, hem de geniş bir coğrafi bölgenin (Balkanlar ve Ortadoğu) kaderini neredeyse çoğu açıdan tamamen etkileyen çok güçlü bir karakterin gençlik yıllarının yeniden yorumlanması çok ilgimi çekiyordu. Büyük bir ilgi ve zevkle çalıştım. Ortaya çıkan Genç Mustafa da pek çok açıdan tatmin ediciydi. Fakat kitabımın sanatsal değil, politik bir imge olarak tartışılması ve daha acı olanı da, politik olarak yanlışlıklar zinciri etrafında tartışılması Camus’nün sözcükleriyle söylersem “absürd”dü. Kitabım sürreal bir biçimde anti cumhuriyetçi bir siyasi görüşün tetikçisi olarak lanse edildi ki, kitap yalnızca siyaseten ele alındığında tam da cumhuriyetçi görüşün bir temsiliydi. Bu nedenle senaryom hem istediğim gibi bilimsel ve sanatsal anlamda değil de siyasal anlamda gündem oldu. Hem de siyasal anlamda da ilginç bir şekilde tam da karşıt olduğu şeyle suçlandı. Genç Mustafa’ya ilişkin yapılan tüm tartışmalar, benim istemediğim her şeyi içerdi. Basında tartışılan senaryo ile, benim senaryom arasında hiçbir benzerlik bulamıyorum. Your comment will be posted after it is approved.
Leave a Reply. |
YALIN ALPAYArchives
July 2013
Categories
All
|