Yirminci yüzyıla gelindiğinde, Osmanlı İmparatorluğu çeşitli açılardan yıpranmış, geçmişe göre mutlak anlamda ilerleme göstermiş olsa da, Avrupa’ya karşı göreceli olarak geride kalmış, ömrünü tamamlamaya yüz tutmuş bir devletti. Devlet, varolan geniş topraklarına karşın, bu toprakları etkin bir şekilde yönetebilmesi için gereken iletişim ve ulaşım alanlarında yeterli donanımı gerçekleştirememiş, bu nedenle de giderek hantallaşmıştı. Sanayi devrimi ıskalanmış, düşünsel anlamda da fikir çeşitliliği sağlanamamıştı. İmparatorluğun elinde, nüfusuna oranla yetişmiş insan sayısı da çok azdı. Bu kadrolar ise çok büyük ölçüde programları Batı’dan devşirilen ve öğretim üyeleri olarak da zaman zaman Avrupalıların kullanıldığı Askeri okullar ile Tıp okullarından yetiştiriliyordu. Batılılaşma hareketi, İmparatorluğun seçilmiş çocuklarına öğretilirken, ülkenin gerçekleri bu yeni yetişen kadroların zihinleri ile uyumsuzluk gösteriyordu. Kısacası İmparatorluk, kendisini yenileyebilmek için yeni insan yetiştirme yöntemleri uyguluyor, fakat yetişen kişiler imparatorluğu yenilemeden, keskin devrimler gerçekleştirmeyi anlıyorlardı. Yani imparatorluk elinde olmadan, kendi kendisini lağv ediyordu. Selanik’li Mustafa Kemal (Atatürk) de, pek çok sınava girmiş ve İmparatorluğun yenilikçi askeri okullarından birer birer başarıyla mezun olmuştu. Bununla birlikte siyasal anlamda imparatorluk ile ters düşen askerler arasında yer alıyordu. Daha Harbiye’nin üçüncü sınıfındayken, çıkarmaya başladığı Padişah aleyhtarı gazete, Saray’ın kulağına kadar gitti ve Harbiye Müdürü Rıza Paşa bu mesele yüzünden Harbiye Nazırı Zülüflü İsmail Paşa’dan ciddi bir azar işitti ve sadakatsizlikle suçlandı.[1] Buna rağmen Rıza Paşa, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını okuldan atmadı. Yüksek notlarla Harbiye’yi bitiren Mustafa Kemal, yalnızca en iyi öğrencilerin kabul edildiği Harp Akademisi’ne girmeye hak kazandı. Harp Akademisini, kimi araştırmacılara göre Aralık 1904’te, kimi araştırmacılara göre ise Ocak 1905’te tamamlayan Mustafa Kemal, Kurmay Yüzbaşı rütbesini aldı ve atanmasını beklemeye başladı.[2] Mezun olan diğer arkadaşlarıyla birlikte atamalarını beklerken, ortaklaşa Sirkeci ya da Beyazıt civarında bir apartman dairesi kiralayarak burada buluşmaya başladılar.[3] Bir süre sonra aralarına Fethi adında bir Saray casusu sızdı.[4] Fethi, yeni mezun subayların yaptıkları toplantılarda dile getirdikleri konuları ve amaçlarını Saray’a düzenli olarak raporluyordu. Zaten Harbiye yıllarında çıkardıkları gazete yüzünden mimli olan bu subaylar ve önderleri Mustafa Kemal, Fethi’nin verdiği raporlar doğrultusunda iki gün içerisinde daha atamaları gerçekleştirilmeden bir bir tutuklandılar.[5] Tutuklanan Mustafa Kemal ve 11 subay arkadaşı Kızıl Zindan’a götürüldüler.[6] Sultan Abdülhamit’e suikast düzenlemekle suçlanıyorlardı.[7] Kızıl Zindan, ismini kırmızı tuğlalarından alan, İstanbul’un korku saçan bir tutukeviydi.[8] Halk arasında Kızıl Zindan olarak bilindiği kadar, Bekirağa Bölüğü ismiyle de tanınırdı. Beyazıt’ta, Osmanlı döneminde Harbiye Nezareti olarak kullanılan, bugünkü İstanbul Üniversitesi Merkez Binasının avlusunda yer alan tutukevi, yalnızca siyasi suçlular ile askeri tutukluları ağırlardı. Resmi adı İstanbul Muhafızlığı Dairesi idi. İşkence usulleriyle ünlü bu tutukevini 1887’den sonra yönetmeye başlayan Selim Bey, işkence yaptığı kişilerin ayak tırnaklarını söktüğü için “Tırnakçı Selim” olarak adlandırılmıştı.[9] Grubun lideri Mustafa Kemal olduğu için, tutuklananlar arasında en tehlikeli kişi olarak görülüyordu. Bu yüzden tek kişilik bir hücreye kondu.[10] Tutukluların akibeti ile ilgili bir sürü söylenti vardı. “Kimileri, mahkumlara işkence yapıldığını, kurbanların ıstıraplı çığlıkları yüzünden yakın çevrede oturanları uyku tutmadığını söylüyordu.”[11] Kimileriyse mahkumlara “ipek ip” verildiğini söylüyordu. İpek ip sultanın onurlandırmak istediklerine verdiği hediyeydi. Onurunu kırmak istediği insanlar ise asılıyordu. Onurlandırmak istediklerine ipek ipi verme sebebi, kendilerini asmalarıydı. “Bu korkunç evdeki tutuklular duruşmaya çıkmıyordu. Onlar en büyük yargıç olan sultanın kişisel tutuklularıydı. Komutan Mustafa da halk huzurunda mı idam edilecekti?”[12] Bu tutukevinden çok az kişi sağ çıkmıştı.[13] Eğer Sultan onu suçlu bulursa, herhangi bir mahkemeye gerek kalmadan muhtemelen boğulacak[14] “ya da Padişahın mükemmel bir hale getirdiği işkence sanatlarına maruz kalacaktı.”[15] Özetle “Yıldız’da kullanılan usuller biliniyordu ve gecenin birinde Mustafa Kemal ve arkadaşlarının idam edilmesi işten bile değildi.”[16]Durumları hiç de iç açıcı görünmüyordu ve bekleyebilecekleri en hafif ceza ordudan kovulmalarıydı.[17] Mustafa Kemal ile birlikte tutuklananlar arasında Ali Fuat Cebesoy da vardı. Babası bir Paşa olan Ali Fuat Cebesoy, konumlu bir aileden geldiği için, onu tutuklayan ve sorgulayan Paşa’ları daha önceden tanıyordu. Ali Fuat Cebesoy, tutuklanma ve sorgulanma anlarını anılarında ayrıntılı bir biçimde kaleme almıştır. Buna göre Ali Fuat Cebesoy’u tutuklayan kişi, dönemin baş hafiyelerinden birisi olan Eczacıbaşı Ahmet Refik Paşa’dır. Bu Paşa, Ali Fuat Cebesoy’un büyükannesinin ahretliği Munise Hanım’ın oğludur.[18] Ahmet Refik Paşa, Ali Fuat Cebesoy’un büyükannesi tarafından yetiştirilmiştir ve kendisini Ali Fuat’ın ailesinin bir üyesi olarak tanımlamaktadır.[19] Ali Fuat’ı tutuklayan Ahmet Refik Paşa, onu sorgulanmak üzere Saray’a getirir ve Kabasakal Mehmet Paşa’ya teslim eder. Kabasakal Mehmet Paşa da Ali Fuat’ı tanımaktadır. Ali Fuat’a ilk sorusu da şu olur: “İsmail Fazıl Paşa’nın oğlusunuz, değil mi?”[20] Dolayısıyla Ali Fuat Cebesoy’u hem onu tutuklayan Ahmet Refik Paşa, hem de onu sorgulayan Kabasakal Mehmet Paşa tanımakta ve onun bir Paşa’nın oğlu olduğunu da bilmektedirler. Dahası Ahmet Refik Paşa, kendisini Ali Fuat’ın ailesinin bir ferdi olarak görmektedir. Bu tanışıklıklara ve arada bir Paşa babanın bulunmasına karşın, sorgu bakın nasıl da çetin geçiyor. Ali Fuat Cebesoy’un anılarından doğrudan aktarıyorum: “Eczacıbaşı Refik Saray’da beni Kabasakal Mehmet Paşa’nın odasının yanındaki odaya bıraktı. (…) Bir süre odada yalnız kaldım. Yanımdaki odadan bazı sesler ve gürültüler geliyordu. Belki benden önce gelen veya zorla getirilen arkadaşlara zulüm yapıyorlar diye düşündüm. Acaba bunların arasında Mustafa Kemal de var mıydı? Gürültüler sona ererken içeriye bir perde çavuşu girdi, selam vermek gereğini bile duymadan: [Sf.94] “Buyrun Paşa Hazretlerinin yanına gideceğiz.” (…) Birden kendimi Kabasakal Mehmet Paşa’nın huzurunda buldum. Beni hemen tanıdı. “İsmail Fazıl Paşa’nın oğlusunuz, değil mi?” (…) “Herşeyi olduğu gibi anlatacağınızı Padişah Efendimiz’e olan bağlılığınızdan beklerim.” dedi. (…) Ne söylesem boştu. Sözlerimin yelpaze sakallı paşa üzerinde hiçbir etkisi olmadığını görüyordum. Zaten beni çok konuşturmadı: “Doğruyu söyleyecek misiniz, söylemeyecek misiniz, önce buna yanıt verin. Yoksa ben şiddet kullanmasını da bilirim.” (…) Paşa, oturduğu masadan öfkeyle kalktı, zile bastı. İçeriye uzun boylu, güçlü iki perde çavuşu girdi. Ben ne olacak diye bakıyordum. Kabasakal Mehmet Paşa masanın altından uzun bir değnek aldı ve çavuşlara: “Yüzbaşıyı çeviriniz, dayak cezası uygulayacağım.””[21] Ali Fuat Cebesoy’un anılarından anlaşıldığı üzere, Ali Fuat tutuklanan grubun lideri olmamasına ve bir Paşa oğlu olmasına karşın sorguda işkence ile konuşturulmaya çalışılmıştır. Oysa tutuklanan grubun lideri olan Mustafa Kemal, hem lider olması dolayısıyla daha tehlikeli bulunuyordu, hem de kendisini koruyup kollayacak bir Paşa babadan mahrumdu. Mustafa Kemal kimsesizdi ve tüm grubun beyni olarak görüldüğünden kendisini çok daha çetin bir sorgulama bekliyordu. Benzer bir kanı Ali Fuat Cebesoy’da da vardır ve dikkat edilirse, yukarıda alıntılanan bölümde, Ali Fuat ilk paragrafta yan tarafındaki odadan işkence sesleri geldiğini söyler ve yan odadaki kişiler arasında Mustafa Kemal’in de olabileceğini aklından geçirir. Zira sorgudaki kişiler işkenceden geçirilmektedir. Bu konuyla ilgili olarak doğrudan yazan araştırmacılar da vardır. Dietrich Gronau, Türkçe’ye de çevrilmiş olan kitabında, tutukluların sorgulama sırasında dayak olaylarına maruz kaldıklarını aktarmıştır.[22] Yine Orga&Orga, Mustafa Kemal’in iğrenç bir hücrede haftalarca yarı aç şekilde, ölüm tehditleri altında fiziksel cezalandırmalara uğradığını anlatır.[23] Atatürk üzerine en iyi biyografi olarak kabul edilen Lord Kinross da kitabında Mustafa Kemal’in sorgu sırasında epeyce hırpalandığını yazar.[24] Şimdi kısaca toparlamaya çalışıp, durumu bir gözden geçirelim. Mustafa Kemal Harbiye yıllarında başarılı bir öğrencidir fakat “Vatan” adında muhalif bir grup kurmuştur ve bu grupla birlikte bir korsan gazete yayınlayarak Padişah ve Saltanat aleyhindeki yazıları Harbiye’de dağıtmaktadır. Saray’a giden jurnaller sayesinde, daha sonra Mustafa Kemal’in sorgusunu gerçekleştirecek olan Harbiye Nazırı Zülüflü İsmail Paşa bu gelişmelerden haberdar olur. Bunun üzerine Harbiye Müdürü Rıza Paşa’yı acil Saray’a çağırtır ve ona hakaretler ederek sadakatsizlikle suçlar. Rıza Paşa’nın okuldaki müdahalesi üzerine Mustafa Kemal gazete çıkarmayı sona erdirir fakat artık Saray’da mimlenmiş bir kişi olmuştur. Mustafa Kemal Harbiye’yi bitirip, Harp Akademisi’ne geçer ve buradan da mezun olur. Bununla birlikte yaptığı konuşmalar ve sohbetler yüzünden Saray kendisine halen şüpheyle yaklaşmaktadır. Mezuniyetin ardından, atamaları beklerken, Vatan grubu ile bir apartman dairesi kiralayıp, burada Saltanat ve Padişah karşıtı planlar yapan Mustafa Kemal, aralarına sızan Fethi adlı bir Saray casusu tarafından bir kez daha ihbar edilir. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının suçlandığı konu bu kez yalnızca entelektüel bir direnişten çok daha ağır bir meseledir: Vatan grubu ve lideri Mustafa Kemal, Sultan Abdülhamit’e suikast düzenlemekle itham edilmektedir. Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde Padişah’ı öldürmeye girişmekten daha ağır hiçbir suç yoktur. Bu nedenle sorgulamaları Saray’da yapılır, işkence yöntemleri ile ünlü olan Kızıl Zindan’a kapatılırlar. Bu sorgulama sırasında, babası Paşa olan bir şüpheliye bile işkence uygulanmak istenir. Üstelik bu kişi grubun lideri bile değildir. Dahası bu kişi, kendisinden başka kişilere de işkence yapıldığını kendi kulaklarıyla duymuştur. Kendisini koruyacak kimi kimsesi olmayan Mustafa Kemal ise Vatan grubunun lideridir ve bu nedenle daha tehlikeli bulunarak, aynı bir hücreye konmuştur. Sorgulaması da herkesinkinden daha uzun sürmüştür. Bu sorgunun diğer sorgulananlardan daha kanlı olacağı da şüphesizdir. Zaten bu olguyu dile getiren kaynakları da yukarıda verdim. Bu tutuklama ve sorgulama esnasında, ilginç olan şey Mustafa Kemal ve arkadaşlarının işkenceye uğraması değil – zira o dönemdeki mevcut şartlar altında bu çok normal karşılanan bir durumdu -, bu kadar ağır bir suçlamaya rağmen nasıl olup da yalnızca Şam’a sürgün edilerek ucuz kurtulduklarıdır. Görünen o ki, Abdülhamit sorgulamayı gayet ciddiye almıştı. Zira henüz Atatürk’ün de hayatta olduğu dönemde yazılan bazı kaynaklarda, Padişah’ın bizzat sorguları yan odadan dinlediği aktarılmıştır.[25] Bu suçlamanın yalnızca bir sürgün cezasıyla atlatılabilmesinin birkaç nedeni var. Bunların ilki, Harbiye Müdürü Rıza Paşa’nın, öğrencilerini sonuna dek savunmasıdır. Hatta Rıza Paşa’nın savunması olmasaydı, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının ölüm cezasından kurtulmalarının imkansız olduğunu iddia eden çalışmalar yayınlanmıştır.[26] Müdür Rıza Paşa’nın öğrencilerini savunması ise onun saltanat karşıtlığından değil, kendi sorumluluk alanından böyle bir tehlikenin doğmadığını göstermeye çalışmasından ileri gelmektedir. Zira Rıza Paşa bu olaydan birkaç yıl önce Nazır Zülüflü İsmail Paşa tarafından Mustafa Kemal ve arkadaşları için sertçe uyarılmış ve Padişah’a olan bağlılığı sorgulanmıştı. Rıza Paşa o zaman cezalandırmadığı öğrencilerini tehlikesiz olarak addetmişti. Şimdi onların büyük birer tehdit olduğunu kabul etmesi demek, geçmişte görevini layıkıyla yerine getirememiş olduğuna delalet edecekti. Bu da onu Padişah önünde suçlu konuma düşürüyordu. Bu nedenle Rıza Paşa, tüm soruşturma boyunca öğrencilerini sonuna değin korumuş ve savunmuştur. İkinci neden daha pratik bir sebepten kaynaklanıyor. İmparatorluk her açıdan olduğu gibi, askeri açıdan da çok zor durumdaydı ve iyi yetişmiş subay eksikliği en önemli gediklerden birisiydi. Mustafa Kemal’in Harp Akademisi’nden mezun olduğu yıl, Akademi sadece 37 mezun verebilmişti ve bunların yalnızca 13’ü kurmay subaydı. Yıllardır üzerilerine pek çok maddi ve manevi yatırım yapılan bu subayların tam mezun olur olmaz 12’sinin idamını gerçekleştirmek ülkeyi büyük zarara uğratmak anlamına geliyordu. Şimdiye değin yapılan yatırımlar bir yana, ordunun çok acil iyi yetişmiş, okullu subaylara ihtiyacı vardı ve 12 kişilik bu ülkenin en iyi eğitimli subaylarını tek kalemde ortadan kaldırmak pek mümkün görünmüyordu. Üçüncü neden ise, Abdülhamit’in denge siyasetinden kaynaklanmaktadır. Mustafa Kemal ve grubunu ilk keşfeden kişi olan Harbiye Nazırı Zülüflü İsmail Paşa – ki Mustafa Kemal’in sorgusunu da bizzat kendisi gerçekleştirmişti[27] – Mustafa Kemal ve arkadaşlarının kesinlikle ordudaki herkese ibret olacak şekilde cezalandırılmaları gerektiğini savunuyordu.[28]Bu durum Harbiye Müdürü Rıza Paşa ile Harbiye Nazırı Zülüflü İsmail Paşa arasında ciddi bir fikir ayrılığına neden oluyordu Daha önce, amcası Abdülaziz’in, ordu komutanlarının uyumlu çalışması ve güçlerini birleştirmeleri sonucu tahttan düşürüldüğünü gören Abdülhamit, Paşalar arasındaki fikir ayrılıklarını beslemeyi uygun buluyor ve bu çatışmaların, Paşaların kendisine karşı birleşmesini engellediğini düşünüyordu. Bu nedenle hem iki Paşa’nın da söylediğini yapmayarak, hem de iki Paşayı da incitmeden, ama birini diğerine tercih ettiği izlenimini de vermeksizin, ortalama bir çıkar yol buldu. Yeni mezunları Zülüflü İsmail Paşa’nın söylediği gibi askerlikten kovmadı ya da idam ettirmedi fakat, Rıza Paşa’nın da söylediği gibi İkinci veya Üçüncü Ordu’lara yani Makedonya’ya da göndermedi. Mustafa Kemal ve arkadaşları, Padişah’ın iradesiyle “kolayca bir vasıta bulup geri dönemeyecekleri bir yere gönderilmeleri” kaydıyla sürgün olarak Şam ve Beyrut’a gönderildiler.[29] Böylece hem yeni mezun parlak subaylara yeni bir şans veriliyor, hem de Paşalar arasındaki denge gözetiliyordu. Eğer yeni mezun subaylar orduya ayak uyduramaz ve yıkıcı faaliyetlere devam ederlerse, nasıl olsa derhal yok edilmeleri mümkündü. Padişah’ı ortadan kaldırmak suçu gerekçesiyle tutuklanıp, sorgulanan ve sorgulama sırasında dönemin şartları gereğince sert müdahalelere ve fiziksel işkenceye maruz kalan bu subayların, başlarından geçenlerden sonra uslanacakları düşünülüyordu fakat “Vatan” grubu zannedilenden çok daha mücadeleciydi. “Vatan”ın o günkü lideri Mustafa Kemal, sorgulanışından tam 18 yıl sonra hem Padişahı hem de saltanatı yıkacak, Osmanlı İmparatorluğunu sona erdirecek ve yepyeni bir ülke kuracaktı. KAYNAKÇA Armstrong, H.C. (1996) Bozkurt, Arba, İstanbul Arsan, N. (1989) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri Cilt 3, Ankara, AKDTYK Atay, F.R. (1966) Babanız Atatürk, İstanbul, Yayınevi Yazmıyor Atay, F.R. (2010) Çankaya, Pozitif, İstanbul Aydemir, Ş.S. (2009) Tek Adam Mustafa Kemal, Cilt I, Remzi, İstanbul Benoist-Méchin (1999) Mustafa Kemal, Bir İmparatorluğun Ölümü, Bilgi, Ankara Cebesoy, A.F. (Tarihsiz) Sınıf Arkadaşım Atatürk, İnkılâp, İstanbul Charles H. Sherrill (1934) A Year’s Embassy to Mustafa Kemal, Charles Scribner’s Sons, New York Committee, (1961) Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Founder of the Turkish Republic, Turkish Ministry of Press Broadcasting and Tourism, Ankara Erden, A.F. (1952) Atatürk, Burhanettin Erenler, İstanbul Foot, M. (1938) “Out of Stamboul’s Red Gaol the leader came” Evening Standard, Friday, November, 11 Froembgen, H. (1937) Kemal Ataturk, A Biography, (Translated from German by Kenneth Kirkness) Hilman-Curl Inc. New York Glasneck, J. (1976) Kemal Atatürk ve Çağdaş Türkiye, Onur, Ankara Grassi, F.L. (2009) Atatürk, Turkuvaz, İstanbul Gronau, D. (1994) Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyetin Doğuşu, Altın Kitaplar Kinross, L. (1967) Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Sander, İstanbul Kolektif (1995) Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Cilt II, Tarih Vakfı, İstanbul Lengyel, E. (1962) They Called Him Ataturk, The John Day Company, New York, 1962 Lütem, İ. (2002) Mustafa Kemal Atatürk, 57 Yılın Öyküsü, Kendisi, Avrasya-Bir Vakfı, Ankara Macfie, A.L. (1994) Atatürk, Longman, New YorkMango, A. (2000) Atatürk, Sabah, İstanbul Mikusch, V.D. (1931) Mustapha Kemal, Between Eurpoe and Asia, (Translated by Linton, J.) William Heinemann Ltd, London Mütercimler, E. (2009) Fikrimizin Rehberi Gazi Mustafa Kemal, Alfa, İstanbul Orga, I. & Orga, M. (1962) Atatürk, Michael Joseph, London Sperco, W. (2001) Mustafa Kemal Atatürk 1881-1938, Bilgi, Ankara Su, M.K. (1981) En Büyük Türk’ten Bize, İnkılap ve Aka, İstanbul Şakir, Z. (1938) Atatürk, Büyük Şefin; Hususi-Askeri-Siyasi Hayatı, Ülkü Basımevi, İstanbul Tan, M.T. (1937) Atatürk, Kanaat Kitabevi, İstanbul Villatta, J.B. (2000) Atatürk, TC Kültür Bakanlığı, Ankara Volkan, V. & Itzkowitz, N. (1984) The Immortal Atatürk, A Psychobiography, The University of Chicago Press, Chicago Walker, B.K. & Erol, F. & Erol, M. (1981) Özgürlük İçin, Mustafa Kemal Atatürk’ün İlk Yılları, Redhouse, İstanbul Yalman, A.E. (1922) Vakit, 10 Ocak [1] Cebesoy, A.F. (Tarihsiz) Sınıf Arkadaşım Atatürk, İnkılâp, İstanbul, sf.59,60 [2] Erden, A.F. (1952) Atatürk, Burhanettin Erenler, İstanbul, sf.9; Grassi, F.L. (2009) Atatürk, Turkuvaz, İstanbul, sf.43; Mango, A. (2000) Atatürk, Sabah, İstanbul, sf.55; Sperco, W. (2001) Mustafa Kemal Atatürk 1881-1938, Bilgi, Ankara, sf.20 [3] Mütercimler, E. (2009) Fikrimizin Rehberi Gazi Mustafa Kemal, Alfa, İstanbul, sf.119; Volkan, V. & Itzkowitz, N. (1984) The Immortal Atatürk, A Psychobiography, The University of Chicago Press, Chicago, sf. 50; Macfie, A.L. (1994) Atatürk, Longman, New York, sf.22; Lütem, İ. (2002) Mustafa Kemal Atatürk, 57 Yılın Öyküsü, Kendisi, Avrasya-Bir Vakfı, Ankara, sf.21 [4] Şakir, Z. (1938) Atatürk, Büyük Şefin; Hususi-Askeri-Siyasi Hayatı, Ülkü Basımevi, İstanbul, sf.32; Froembgen, H. (1937) Kemal Ataturk, A Biography, (Translated from German by Kenneth Kirkness) Hilman-Curl Inc. New York, sf.55; Arsan, N. (1989) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri Cilt 3, Ankara, AKDTYK, sf.42; Committee, (1961) Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Founder of the Turkish Republic, Turkish Ministry of Press Broadcasting and Tourism, Ankara, sf. 16 [5] Atay, F.R. (2010) Çankaya, Pozitif, İstanbul, sf.37; Yalman, A.E. (1922)Vakit, 10 Ocak [6] Armstrong, H.C. (1996) Bozkurt, Arba, İstanbul, sf.11; Şakir, Z. (1938)Atatürk, Büyük Şefin; Hususi-Askeri-Siyasi Hayatı, Ülkü Basımevi, İstanbul, sf.35 [7] Aydemir, Ş.S. (2009) Tek Adam Mustafa Kemal, Cilt I, Remzi, İstanbul, Sf.80; Cebesoy, A.F., a.g.e., sf.90 [8] Walker, B.K. & Erol, F. & Erol, M. (1981) Özgürlük İçin, Mustafa Kemal Atatürk’ün İlk Yılları, Redhouse, İstanbul, sf.70 [9] Kolektif (1995) Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Cilt II, Tarih Vakfı, İstanbul, sf.126-129 [10] Orga, I. & Orga, M. (1962) Atatürk, Michael Joseph, London, sf.22 [11] Lengyel, E. (1962) They Called Him Ataturk, The John Day Company, New York, 1962, sf.40 [12] A.g.e. [13] Glasneck, J. (1976) Kemal Atatürk ve Çağdaş Türkiye, Onur, Ankara, sf.26; Walker, B.K. & Erol, F. & Erol, M. (1981) Özgürlük İçin, Mustafa Kemal Atatürk’ün İlk Yılları, Redhouse, İstanbul, sf.70 [14] Benoist-Méchin (1999) Mustafa Kemal, Bir İmparatorluğun Ölümü, Bilgi, Ankara, sf.76,77 [15] Foot, M. (1938) “Out of Stamboul’s Red Gaol the leader came” Evening Standard, Friday, November, 11 [16] Villatta, J.B. (2000) Atatürk, TC Kültür Bakanlığı, Ankara, sf.36 [17] Mikusch, V.D. (1931) Mustapha Kemal, Between Eurpoe and Asia, (Translated by Linton, J.) William Heinemann Ltd, London, sf.43 [18] Cebesoy, A.F. a.g.e., sf.90 [19] A.g.e., sf.91 [20] A.g.e., sf.94 [21] A.g.e., sf.93,94 [22] Gronau, D. (1994) Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyetin Doğuşu, Altın Kitaplar, sf.51 [23] Orga, I. & Orga, M. (1962) Atatürk, Michael Joseph, London, sf.22 [24] Kinross, L. (1967) Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Sander, İstanbul, sf.47 [25] Tan, M.T. (1937) Atatürk, Kanaat Kitabevi, İstanbul, sf.18 [26] Su, M.K. (1981) En Büyük Türk’ten Bize, İnkılap ve Aka, İstanbul, sf.16 [27] Charles H. Sherrill (1934) A Year’s Embassy to Mustafa Kemal, Charles Scribner’s Sons, New York, sf.26; Cebesoy, A.F. a.g.e., sf.95,96 [28] Mikusch, V.D. (1931) Mustapha Kemal, Between Eurpoe and Asia, (Translated by Linton, J.) William Heinemann Ltd, London, sf.43; Villatta, J.B. (2000) Atatürk, TC Kültür Bakanlığı, Ankara, sf.36 [29] Lütem, İ. (2002) Mustafa Kemal Atatürk, 57 Yılın Öyküsü, Kendisi, Avrasya-Bir Vakfı, Ankara, sf.21; Atay, F.R. (1966) Babanız Atatürk, İstanbul, Yayınevi Yazmıyor, sf.15 Your comment will be posted after it is approved.
Leave a Reply. |
YALIN ALPAYArchives
July 2013
Categories
All
|